DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ VE YER(EL)İNDEN YÖNETİM (1)
Yerel yönetimlerin demokrasi ile birlikte anılması komün yönetiminden kaynaklanmaktadır. Komünler ortaya çıktıkları zaman, demokrasi hücresi olarak anlaşılmışlar ve dönemlerinin iktidarlarına karşı hep özgürlüğün, eşitliğin, katılımın modeli olmuşlardır. “Yerel” fikriyle ete kemiğe bürünün demokrasi; “Demos” halk ve “kratoks”, kendini idare etme, anlamına gelmektedir. Yönetim biliminde, “adem-i merkeziyet”, bugün popülerleşen ismiyle “özerklik” esas olarak, Arapça “muhtariyet”, Yunanca “Otonomi” kavramları karşılığını, “ kendi kendini yönetme” formülasyonunda bulur. Yönetim ise; toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir gereği olarak şekillenen sosyal siyasal bir kavramdır. Toplumsal yeniden üretimin devamı için gereken tüm ilişki, denetim, planlama ve işleyişi içeren yönetim kavramı; özünde bir yön verme ve düzenleme işidir. Evet ama, demokrasi “ halkın kendi kendini yönetmesidir” demekle, halk kendi kendini yönetir duruma gelemiyor. Ne yaparsak demokrasiyi gerçekleştikmiş oluruz? Bu sorunun yanıtı, politikanın ne olduğu ve ne olması, nasıl yapılması gerektiği sorularıyla doğrudan ilgilidir. Reel anlamda politika yapma tarzı, iktidar olmak ve iktidarda kalmak iken; nasıl yönetiriz, kim yönetecek sorularının cevabının demokrasiyle ilgili olmadığı ortaya çıkar. Geniş hak kitlelerini nesneleştiren, özneleşmesini engelleyen bir oyunun, halk egemenliği demek olan demokrasiyle ne gibi bir ilgisi olabilir? İşte bu soruların havada kalmaması için “demokrasi” ve “yer (el)inden yönetim” fikrinin temeline inmeliyiz. Günümüzde giderek demokratlığın “turnusol kâğıdı” olan, yerinden yönetim fikrine yaklaşımınız, işte o yüzden hayati önemdedir. Şüphesiz ki tarihte devlet olgusunun ortaya çıkmasından önce de, bir yönetim sistemleşmesi vardı. Ama adına devlet denen kurumun ortaya çıkmasından bu yana, tüm yönetim biçimi ve anlayışları her toplumun yapısı, çelişkileri ve özgünlüklerine göre değişiklikler içerse de, temelde iki başlık altında toplanabilecek niteliktedir. Birincisi, tüm yönetim gücünün tek merkezde toplandığı ve yürütüldüğü “merkezden yönetim” sistemi; ikincisi ise; yönetim erkinin çeşitli merkezler arasında paylaşılması ve ayrı kurumlarca yürütülmesini sağlayan “yerinden yönetim” sitemi. Devletin orta çıkmasından sonra, özünde siyasal bir içerik taşıyan yönetim olgusunun tarihsel gelişimi, genel olarak en iyi sistemize eden, onu politik çizgiye dönüştürüp, örgütlü zor gücüne kavuşturan, yönetimin de sahibi olmuştur. Toplumsal yaşamın idare edilmesi, düzenlenmesi ve yeniden üretilmesi, adeta egemenlerin doğuştan gelen hakkı gibi algılanmıştır. Bugün insanlar bir yerel yönetim/yerinden yönetim talebini gündemleştiriyorlarsa, bilinmelidir ki, bu duruma iktidarların yenilmez gibi görünen güçlerine karşı özverili mücadelelerle gelindi. İnsan soyu bugüne on binlerce yıllık evrim sürecinde ulaştı. Önce “klan” dediğimiz 25-30 kişilik birimler halinde topluluklar oluşturdu; bunlar ilk örgütlülüklerdi. Klan toplumu (avcı-toplayıcı toplum), süreç içinde oluşan aile, kabile kavim, milliyet ve ulus toplumunun tümünde, tıpkı hücre farklılaşmasına benzer biçimde hâlâ yaşamının sürdürmektedir. Bu ilk toplumsal oluşumlar hem düşünüp tartışmanın, karar vermenin, hem de bu kararı yönetme başarısı göstermek, demokrasinin en dolaysız biçimde uygulanmasıydı. İnsan, neolitik (Cilalı taş devri/ M.Ö. 8000-5500) topluma geldiğinde tarım devrimini gerçekleştirmişti. Tarihte otorite ilişkilerinin yerleşik tarıma geçmesiyle birlikte başladığı, daha sonra çit çekerek sahipsiz toprakların özel mülklere dönüştürüldüğü; bir anlamda da bugünkü ulus devletlerin tohumunun da toprağa atıldığı süreçtir yaşananlar. Henüz hukuk yoktur. İktidar olgusu tanınmamaktadır. Anaya kutsallık atfedilmekte, kadın tanrıça imgesi yükseltilmektedir. Bu dönemi ilkel bir demokrasi dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Kadın hem klanın yönetiminde, hem anaerkil ailede hem de ekonomi (ekonomi Yunanca ev anlamına gelen oikos-dur. Ev bir insanın doğup büyüdüğü ve sahiplendiği yardır) yönetiminde başat roldedir. Bu otorite artık-ürün üzerine kurulu iktidar otoritesi olmayıp, tam tersine verimlilik ve doğurganlıktan kaynaklanan ve toplumsal varoluşu güçlendiren bir doğal otoritedir. Neolitik toplum aşamasının sonuna doğru aile, klan içinde ilk farklılaşan kurum olur. Uzun süren anaerkil aile olarak yaşadıktan sonra, köy-tarım devrimiyle birlikte, yönetim ve çocuklar, ailenin erkek büyüğünün denetimine verilir ve kadın üzerindeki sahiplik, ilk mülkiyet düşüncesinin de temeli olur. Kadın böylece insanlığın “ilk sömürgesi” olarak tarihteki yerini alır. Erkek(erkek artık bir “zorba” dır) egemenlikli cinsiyetçi toplum, kadının bu düşüşünün ve kaybedişinin sonucudur. Aile bu tarihten sonra erkeğin küçük devleti olma işlevi görmüştür. Aile erkek tarafından iktidarlaştırılarak, devletli toplumun hücresini oluşturur. Böylece de uygarlık başlamış olur… Bu “zorba”, güvenlik gibi bir sorunsalla karşılaşır. Hükümranlığı güvenlikte olmalıydı çünkü. Bunun için en çok başvurduğu yöntem, kale ve surlar dikmek ve hep daha güçlü, öldürücü silahlar geliştirmekti. Devletin temelinde mülk olduğu gibi, ülkenin temelinde de askeri fetihler ve gasp vardır. Gelenek günümüze kadar böyle sürüp gelmektedir. Böylece şehir-devletler oluşmuş, yerinden yönetim olgusunun uygulama alanları yaratılmıştır…. Artık sorun, bu yönetim faaliyetinin nasıl ve kimler tarafından yapılacağıdır… İşte tüm “yer (el)inden yönetim” felsefesinin özü, bu sorunun nasıl yapılarsa en demokratik biçimde gerçekleşeceğinde gizlidir.