Merhaba Sevgili Kartal;
Biz yetişkinler, evlerimize kapanıp kaldığımız ve geleceğe muamma ile baktığımız şu günlerde, Corona’lı günlerin getirdiği tüm olumsuzlukları içimize sindirip alışmaya çalışırken, eminim ki çoğumuz çocuklarımızın ruh sağlıkları ile ilgili kaygılar da yaşıyoruz. “Çoğumuz” kelimesini kullanmanın üzüntüsünü de ayrıca yaşıyorum çünkü, on yaşındaki çocuğunu alışveriş yapması için markete gönderen sağlıklı ebeveylerin varlığına da şahit oldum. Üstelik maskesiz, eldivensiz… Ve ne yazık ki hiç şaşırmadım. Okuduğunuzda sizlerin de şaşıracağını sanmıyorum. İşte hal böyleyken, daha da uzayacağını düşündüğüm bu hapis hayatının tam da göbeğinde yaşayan çocuklarımızdan Almina ve Feiza ile sohbet ettik, uzaktan uzağa… Hem de burnumun direğini sızlatacak bir özlemle…
Her ikisine de birer soru hazırlamıştım lakin, soramadım bile… Konuyu hemen açtılar zaten, özlem dolu cümlelerin ardından. Öylesine dolup taşmış ki kaygılı yürekleri, her ikisi de tek nefeste, hiç ara vermeden döküverdiler içlerinden geleni… Bu denli büyük bir kaygının, bunca telaşın, böylesine korkunun o küçücük bedenlerine çok fazla geldiği hissine kapıldım ama, en azından emin ellerde olduklarını bilmek rahatlatıyor beni.
Evrensel sorumluluk duygusundan geçtim, kişisel sorumluluklarını bile taşıyamayan, korkusuz zırcahil ebeveynlerin çocukları için kaygılanır oldum. Umarsızca yaşama istemleriyle ortalıkta fütursuzca gezinerek, bizlerin de sağlığına, sosyal hayatlarına ve hatta çalışma imkanlarını ellerimizden alarak, geçim kaynaklarımıza mani olan bu bencillerin evlatları, acınası durumda ne yazık ki…
Sözün bittiği yerde değil, ins’anlık özünün çoktan beridir yittiği yerdeyiz, bunca can kaybına rağmen…
Yine de sevgiyle…
Almina
(12 yaşında)
İnsanlar ölüyor!
Tüm dünyada insanlar ölüyor ve ben çok korkuyorum. Bundan çok kısa bir süre öncesine kadar, hiç kaygılarım olmazdı. Ailemin beni her kötülükten, her zor durumdan koruyabileceğini ve çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Ama böyle bir durumda şans yetmiyor işte. Şu anda beni ve kardeşimi koruyabilmenin tek yolunun, temiz ve evde hapis hayatı yaşamamız gerektiği olduğunu söylüyorlar. Babama sarılamıyorum, işten eve dönünce. Çünkü ne kadar dikkatli olursa olsun, tedirgin oluyor ve bize mesafeli davranıyor. Aldıkları tüm tedbirlere rağmen, annemin ve babamın tedirgin olduklarını görmek beni ürkütüyor. Kendimi güvencede hissetmiyorum eskisi gibi. Bu çok korkunç…
Annem, salgın nedeniyle ücretsiz izne ayrıldı. Evde olması, kardeşimi ve beni çok mutlu ediyor. Hiç bu kadar vakit geçirmemiştik annemle. Bütün gün mutfakta onunla birlikte bir şeyler pişirmek, oyunlar oynamak harika… Ama bu sefer de, maddi imkanlarımızın kısıtlı olması ailemi kaygılandırıyor ve tabi beni de.
İnsanlar işsiz, parasız kalıyor! Birçok arkadaşımın annesi, babası işten çıkarılmış ve çok zor durumdalar. Üstelik çalışsalar bir dert, çalışmasalar ayrı dert. Herkes korku ve panik içindeyken, bu durumu umursamadan yaşayan koca koca insanları görüyorum pencereden dışarıyı seyrederken. Hem de ağızlarında maske, ellerinde eldiven yokken… Ve yeniden korku başlıyor bende. Çünkü bir insanın, bir anda üç yüzden fazla insana bu hastalığı bulaştırabildiğini öğrendim. Bu da demek oluyor ki, ben sokak yüzü görmeden, büyükannelerime ve dedelerime sarılamadan, arkadaşlarımla oyun oynayamadan büyümek zorunda kalacağım, bu dört duvar arasında!
Beş yaşındaki kardeşim bile akıl edebiliyor, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu. Bu nedenle de gezmek ya da sokağa çıkmak için diretmiyor. Ama kocaman insanlar, sanki hastalığı yaymak için ellerinden geleni yapıyormuşçasına rahat davranmaları beni çok kızdırıyor.
Ben o insanların yüzünden, en güzel yıllarımı evin içinde geçirmek ve ölüm korkusu ile yaşamak istemiyorum. Ve bir gün bu düşüncemi onlara pencereden haykıracağımı söylediğimde annem bana, saygısızlık olacağını dile getiriyor.
Hangimiz saygısız? Beni düşünmeyen büyükler mi, yoksa özgürce yaşama hakkı isteyen ben mi?
Feiza (15 yaşında)
Başka ülkelerde salgının başladığını duyduğumda hiç endişe etmemiştim. Ama okulda çok titiz bir arkadaşım vardı ve onun öncülüğünde, her teneffüs saatlerinde ellerimizi yıkamaya başladık. Yine de gözümde büyütmemiştim, kaygım yoktu. Ülkemizde de başlayınca, biraz tuhaf hissetmeye başladım kendimi. Altmış beş yaş üstü yasakları başlayınca, durumun ciddiyetinin arttığı ve gerçekten endişe etmem gerektiği duygusu beni iyice gerdi. Ardından, yirmi yaş altı yasakları da başlayınca tedirginliğim fazlalaştı. Çünkü hijyen olmanın dışında herhangi bir korunabilme şansımın ortadan kalktığını ve tamamen bu durum karşısında aciz olduğumuzun bilincine vardım. Ayrıca, tedbirsiz insanların sayısının da fazla olduğunu gözlemleyince, daha da allak bullak oldum. Çünkü bu şekilde, bu virüsün asla bizleri terk etmeyeceğini düşündüm ve sırayla öleceğimiz korkusu başladı.
Baktım ki bu korkuyla yaşayamam, kendimi telkin etmeye başladım. Berbat bir süreç yaşıyoruz, ne kadar daha süreceğini de bilmiyorum ama, ben tedbirimi aldığım sürece hayatta kalabileceğimi biliyorum en azından. Çok bunaldım, sıkıldım ama elimden başka bir şey gelmeyeceğini bildiğim için, sabırlı davranıyorum ve aynı sabrı, sokaktaki sorumsuz şımarıklara gösteremiyorum. Avazım çıktığı kadar bağırasım var:
“Maskeni taaaakkk! Eldiven giiiyyy! Sokağımdan geçççmeee!” diye… Ama yapamıyorum tabi…
Salgın nedeni ile, ailece tüm gün vakit geçirme zorunluluğumuzun sağladığı güzellikleri de inkar edemem tabi… Babamla hiçbir zaman bu kadar sohbet etmediğimizin, hatta birbirimizi hiç tanıyamadığımızın farkına vardım. Her şeye itiraz ettiği için genellikle kırgın olduğum babamın, aslında beni tahmin ettiğimden daha çok sevdiğini fark ettim. Öyle güzel anlar yaşıyoruz ki, on beş yıllık ömrümün toplamındaki süreye bedel oluyor her günümüz. Ve anladım ki, babamın her şeye itiraz sebebi, aslında kendi zihnince beni koruma isteğinden başka bir şey değilmiş. Ve ben kendimi çok iyi hissetmeye başladım. Ailemi çok seviyordum ama, evdeki paylaşımlarımız fazlalaştıkça, çok şanslı olduğuma iyice emin oldum.
Bu sürecin çok uzayacağı endişesi var içimde… En güzel yaşlarımı, böyle bir tecrübenin evrelerini geçirerek yirmili yaşlara gelmek istemiyorum. Ama, yaşadığıma şükretmekten başka da seçeneğim yok gibi sanırım…
Şükür…