Gündemdeki sorunlarından biri olan salgın hastalıklardan dolayı, hepimiz korku içindeyiz. Ölümcül olma ihtimalinin yüksek olduğu bu salgınlar elbette korkunç.
Bunun yanı sıra, yine oldukça yaygın olan, özellikle de ilk ve ortaokul dönemindeki öğrencilere “dikkat eksikliği” adı altında konan psikolojik teşhisler var. Ve tabi bu handikaplardan dolayı kendimizden ziyade, çocuklarımız için daha fazla kaygılanmamız da çok doğal…
Onlar bizim her şeyimiz…
Ama ben, bu iki büyük tehditten ziyade, bambaşka bir salgın hastalıktan söz edeceğim size…
Yalan söyleme sanatı(mıydı? Yo hayır, saltanatı? Salgını… Evet, evet! Salgını…)
Nazarlar değmesin mi desem, değdirenler kurşunlara gelsin diye beddualar mı etsem bilemedim ama en üst makamından, en sıradan vatandaşına kadar bir salgın var, güzelim memleketimde. İçlerine işlemiş nakış nakış, ilmek ilmek…
Hani açık vermeseler, en geç ertesi gün foyaları ortaya çıkmasa, zararı olmayacak çoluğa çocuğa… Dürüstçe, mertçe yaşamasını öğrenecekler, kendi kendilerine bu sabiler. Amma velakin, ne sosyal medya rahat duruyor, ne de etraflarındaki sade zümre…
Keşke not alsalar bir kenara, hangi gün, kime ne yalan söyledim diye.
Daha az incitirler, daha az yaralanmalara sebep olurlar…
Ve daha uzun sürer gözden, gönülden düşmeleri…
Ve hatta daha geç olur, yaraladıkları ruhların ölümleri…
Ve hatta…
Ve hatta…