İNSANÎ MECBURİYET(İMİZ)DİR AŞK[*]
TEMEL DEMİRER
“Güzelliğin beş para etmez,
bu bendeki aşk olmazsa.”[1]
Lev Tolstoy’un “Gerçekten aşk var mı?” sorusu bana hep itici gelmiştir; William Faulkner’in, “Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde yaşayamayacaktı,” tespiti gibi.
“Neden” mi?
Var olmayan şey soru(n) da ol(a)maz, ders kitaplarına da gir(e)mez…
François de La Rochefoucauld’nun, “Aşk, herkesin bahsettiği, fakat kimsenin göremediği bir hayaldir”; ya da Oscar Wilde’ın, “İnsan aşık olduğu zaman hep kendi kendini aldatmakla işe başlar, başkalarını aldatmakla sona erdirir,”[2] türünden söylemleri de ciddiye alınmaması gereken öznelliklerdir…
Bildiğim şey şu: Hiç kimse yüreğinden/ aşktan kaçamaz; sevdayı basite indirgemeden; ucuzlatıp, hafifleştirmeden ve Émile Zola’nın, “Saygı olmayan yerde aşk da olmaz,” uyarısını da “es” geçmeden elbette…
Malûm: İnsanı insanlaştıran aşk, insan(lık)a derin bir estetik bilinç kazandırırken; hepimize şiddetli tutkularıyla tüm çıplak gerçeğimizi öğretip; ne olup/ olmadığımızı açığa çıkarır.
Bağlanmanın, utanma ve çekinmenin olduğu yerde var olan tutkularıyla aşk, insanı insan(lık)la öylesine bütünleştirir ki, birin çoğullaşıp/ toplumsallaştığını görürsünüz.
Aşkın ilk işaret fişeği yürekte fırtınalar koparmasıdır; ve yer yer de Paulo Coelho’nun “Aşık olmak denetimi elinden kaçırmak demektir,” saptamasındaki üzeredir.
Pablo Neruda’nın, “Aşk mülkiyet, mücevherler ve armağanlar değildir. Benliğini çevrendeki dünyayla paylaşabilme sanatıdır,” vurgusundaki gibi o, elbette tutkulu bir sabırdır, ancak asla tahammül veya boyu eğmek/ eğdirmek değildir.
Aşkın muhteşemliği, dünyaya meydan okutturan gücünde yatarken; Victor Hugo’nun “Aşk, iki iken bir olmak demektir,” ifadesindeki üzere bir yandan “bir”leşirken, bir yandan da çoğullaşıp dünyayı değiştiren bir toplumsallaşma özelliği kazanmasıdır aşk.
Güçlü bir tutku ve elbette meydan okuma olarak aşkın, mantığın da kavramakta güçlük çekebileceği, mantıklı nedenleri vardır, olmuştur.
İnsani duyguların zirvesi anlamak, gerçeğe ulaşmak yani aşık olmak demektir; Eden Ahbez’in, “Öğrenebileceğin en mükemmel şey; aşık olmak ve karşılığını bulmaktır,” ifadesindeki üzere!
Evet, “tutku” dedim!
Hem de Yılmaz Güney’e, “Unutmak zaman ister demiştim, yanılmışım. Zaman değil yürek istiyormuş. O da sende kaldı”; Virginia Woolf’a, “Yürekle kıyaslayınca, beynin ne önemi var ki?”; Gabriel García Márquez’e, “Bitti diye üzülme, ‘yaşandı’ diye sevin!”; Michel de Montaigne’ye, “Aşk, içimizden dışarı çıkmak için can atan çılgın duygudan başka bir şey değildir”;[3] Bertrand Russell’a, “Aşktan korkmak hayattan korkmaktır ve hayattan korkanlar zaten neredeyse ölmüş demektir”; Nâzım Hikmet Ran’a, “O benim kollarım, bacaklarım. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır,” dedirten bir tutku…
Aşklar sonsuzdur; unutul(a)mayandır; kimilerine de “deli olduğu”nu düşündürtendir; “Aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyüktür,” deyişindeki üzere Oscar Wilde’ın…
Bu hâliyle “Duygularını yıllar boyu gizlemek burjuvaların işi”yken;[4] “Aşkta adaletin sırrı, aşkın da dilsizce söylediği gibi, her türlü hakkın iptal edilmesidir.”[5] Ve “Aşk öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilemediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini de bilemeyiz.”[6]
* * * * *
Bu denli kapsamlı (hadi girift diyelim!) bir konunun, çarpıtılıp, olumsuzlanması da sıkça rastladığımız bir hâldir.
Mesela… “Eski acıları ezberleyerek yeni bir aşka hazırlanıyorum”![7]
Ya da “Her zaman söylerim, aşk aynı zamanda hüzün demektir”![8]
Veya “Hiçbir ilişki sonsuzluk sözü veremez”![9]
Sonra da “İnsan tek başına yaşamı karşılamak zorunda. Bense ille de bir sevgiliyle el ele verip değiştirecektim dünyayı. Ne ham hayal, ne zırvalık!” deyişindeki üzere Leyla Erbil’in…
Kanımca aşkı olumlamak, dünyayı değiştirmenin; yeryüzünü aşkın yüzüne çevirmenin aslî kaldıracıdır!
Bundan başka “vahim” diyebileceğim bir şey daha var ki, o da William Shakespeare’in, “Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, aşk sanıyorsunuz”; Mary McCarthy’in, “Seksi aşkın işini yapmaya, aşkı da seksin işini yapmaya zorlamamalısınız,” uyarıları ile tarif ettiği yanılsamadır.
“Örnek” mi?![10]
Mesela… “Aşk susmak bilmez, konuşur durur. Şehvet ise kısa keser, hemen sadede gelir,” deyişi Mason Cooley’in…
Ya da Henry Louis Mencken’in, “Zina, demokrasinin aşka uygulanmasıdır,” ifadesi…
Veya Arthur Schopenhauer’in, “Her ne kadar yüksek ve ulvi görünürse görünsün, her türlü aşkın kaynağı cinsel güdüdür,”[11] satırları gibi…
* * * * *
Özetle Karl Marx’ın “Aşk, insanı yeniden insanlaştırıyor,”[12] notunu düştüğü hakikât, istemekle gerçekleşmez, kendiliğinden gelir ve “Kural tanımaz.”[13]
Yaşama umutla bağlanan o yokluğu varlığa tahvil ederken Ernesto Che Guevara, “Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine aşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir,” der ve ekler Miguel de Cervantes de: “Aşk, herkesi eşit kılar.”
“Aşık olmak cesur olmayı gerektirir. Duygusundan korkan, arkasını sağlama almayı hayat düsturu yapan, kontrolüm her şeyimdir diyen aşık olamaz.”[14]
Çünkü “Aşk; sistemin ‘gibi’li yaşam kolaycılığına, bilinçleri teslim almasına olduğu gibi sıradanlığa, kalıplara, boyun eğmeye, egemen olana, çıkarcılığa, üretimsizliğe, bencilliğe, haksızlığa karşı da özgürlüğün ve ortak emeğin bir başkaldırısıdır… Başkaldıran insanın canlı ve ölümsüz yanıdır aşk… Ve her aşk bir yumruktur karşıtlarına…”[15]
“Nasıl” mı?
Malûmun ilamı üzere aşk -doğası gereği- muhaliftir, başkaldırandır!
İnsanı ve onun iç dünyasını zapt-u rapt altına almak, ehlileştirmek, evcilleştirmek için konulmuş -hâkim ideoloji, gelenekler, aile, okul, devlet tarafından, elbet din tarafından, ayıplar, yasaklar, günahlarla korunan – ahlâki değerlere, kurallara, normlara muhalif olma hâlidir.
Aşk, kaos demektir.
Aşktan önce insanın hayatına şekil veren kurallar, alışkanlıklar, sınırlar, ölçüler aşkla birlikte tarumar olur.
Aşk, çatışma ve huzursuzluk hâlidir.
Aşkın huzursuzluğu insanı dönüştüren, değiştiren, devrimci bir huzursuzluktur. Dingin, sakin, durağan aşk olmaz.
Aşkın takvimi, toplumsal alt üst oluş günlerinin, yani devrim günlerinin takvimine benzer.
Devrim günlerinde kitleler nasıl on yıllar içinde öğrenemedikleri, kavrayamadıkları pek çok şeyi, çok kısa sürede öğreniyorlarsa, aşk günlerinde de insanlar hayata ve kendilerine dair pek çok şeyi, aşkın yoğun iklimi içinde kısa sürede hissederler, algılarlar. O güne kadar kavrayamadıkları pek çok şeyi kavrar ve farkına varırlar.[16]
Aşk hep bizimledir. O, insan(lık)ın olduğu her yerde vardır, var olacaktır.
Günahı, ayıbı, yerleşik ahlâk kurallarını hiçe sayan o, egemen(likler)in reddine yönelik özgürleşmedir. İş bu nedenle aşk devrimlerin en ön saftaki devrimcisiyken; aşık olmak sahip olmaktan çok bir vazgeçme eylemidir/ tutkusudur.
“Âşık olduğun, tutku duyduğun şeye doğru bir yolculuğa çıkarken bu yolculuktan alıkoyan tüm varlıklarından, tüm yüklerinden, bu isteğine yoğunlaşmaktan alıkoyan tüm şeylerden vazgeçmek zorundasın. Sağlam bir ipe sahip olduktan sonra bir kör kuyuya inmek değil, seni alacak bir büyük gemiyi beklemeden kırık dökük bir sandalla okyanusa açılmanın kendisidir tutku. ‘Mumdan bir gemiyle ateşten bir denizde yol almaktır’ diye tanımlar aşkı, Hüsn ü Aşk adlı mesnevisinde Şeyh Galip.”[17]
* * * * *
Hasılı: Var oluş nedeni(miz)dir O. Aşksız bir yaşam düşünemeyen insanlık, geleceğe kalmanın, insan olmanın farklılığını kanıtlamanın bir aracı olarak sanatla özgürleşirken, yarattığı bu gerçekliğin temeline aşkı koymuştur hep.
Aşk her yerdedir; en azından her şeyin arka planında vardır o.
‘Savaş ve Barış’, ‘Durgun Don’, ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ vd’leri aşksız anlatılabilir miydi hiç?
Aşk hakikâti var oluşun vazgeçilmez öğesidir.
Aşkın düşünceyle ve inançla bütünleştirilmesi yaşam(ımız)ın önemli gerçeğidir; Fuzûlî’nin, “Aşk imiş her ne var âlemde” ya da Nâzım Hikmet’in, “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da,/ hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil…” dizeleri ile vb’lerindeki üzere!
O hâlde, nihai olarak aşkın varlığı üzerinden tasarlanmalıdır yaşam(ımız)…
Çünkü emek, tutku, bağlanmak isteyen başkaldıran aşk, biri iki kılarak çoğullaştırırken; elbet aşktan ölünür de. Bu mümkün! Lakin belirleyici olan onunla yaşarken yeryüzünü aşkın yüzü kılma hakikâtidir ve insan(lık)ın ona olan mecburiyetidir…
N O T L A R
[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:31, No:379, Şubat 2022…
[1] Aşık Veysel.
[2] Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 17. baskı, 2014., s.71.
[3] Michel de Montaigne, Yavaşladıkça Çoğalıyorum, çev: Ceren Alay, Aylak Adam Yay., 2016.
[4] Simone Berteaut, Kaldırım Serçesi Edith Piaf, çev: Aydın Emeç, Agora Yay., 2010.
[5] Theodor Adorno, Minima Moralia, çev: Ahmet Doğukan-Orhan Koçak, Metis Yay., 2012
[6] Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna, Yapı Kredi Yay., 2015.
[7] Olcay Özmen, Sensiz Üç Yağmur, Varlık Yay., 2006.
[8] Gülten Dayıoğlu, Mo’nun Gizemi, Altın Kitaplar, 6. Basım, 2003, s.169.
[9] Annelies Verbeke, Uyku, çev: Gül Özlen, Ayrıntı Yay., 2005, s.12.
[10] “Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler; kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret.” (Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 17. baskı, 2014., s.44.)
[11] Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, çev: Selahattin Hilav, Oluş Yay., 1965.
[12] Karl Marx, “Jenny’e Mektup”, Manchester, 21 Haziran 1865… https://www.turkishnews.com/tr/content/2019/02/14/karl-marxin-esi-jenny-von-westphalene-yazdigi-mektup/
[13] Ivan Sergeyeviç Turgenyev, Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü, çev: Oğuz Tecimen, Notos Yay., 2003.
[14] Filiz Aygündüz, “Püfür Püfür Psikoloji”, Milliyet, 26 Haziran 2016, s.4.
[15] Aşkın Ayrancıoğlu, “… ‘Sevgililer Günü’ Kutlu Olsun!”, 13 Şubat 2016… http://direnisteyiz3.org/sevgililer-gunu-kutlu-olsun-askin-ayrancioglu/
[16] Hasanaki Gürkansız, “Aşk Üstüne Düzensiz Düşünceler”, 7 Ekim 2016… http://manaliposta.blogspot.com/
[17] İlham Bakır, “Tutkusuz Mümkün mü Güzelleştirmek Dünyayı?”, Yeni Yaşam, 13 Ekim 2020, s.11.