TARİHE YENİ BİR ELBİSE GİYDİRMELİ
Tarihin, gerçeklerden zarar görecek kimsenin kalmamasıyla gün ışığınaa çıkacağı söylenir. Ve “tarih aslında galiplerin propagandasından başka bir şey değildir”. Tarihi, anaokulundan üniversiteye, oradan da tüm hayatın içinde bir elbise gibi giyeriz üstümüze. İşin kötüsü tarih denen olgunun tam da üstümüze oturduğunu düşünürüz, hiç sorgulamadan. Söz konusu elbisenin başka türlü de olabileceği pek düşünülmez; düşünen vatan hainidir zaten! O nedenle tarihten önce terziyi tanısak derim… Şayet başka bir coğrafyada doğmuş olsaydık, onların dostları dostumuz, düşmanları düşmanımız olacaktı ve biz bunu büyük bir heyecanla karşılayacaktık muhtemelen. Annemizin ismi, babamızın ismi, dinimiz, etnik kimliğimiz farklı olacaktı, başka başka bayrakların müridi olacaktık. Bu nedenle asırlardır sürdürdüğümüz alışkanlıklarımızdan kurtulup, tarihten özgürleşip, olmuş olana farklı bakmayı öneririm. Savaşların hepsinin haksız ve her haksız savaşın başka haksız savaşlara yol açtığını akıldan uzak tutmayalım. Milli bayramlarda ölüleri ve öldürenleri andığımızda, bando mızıkanın peşinde yürüyen eli silahlı askerleri selamlamak yerine, biz savaşlardan dersimizi aldık, artık savaşmak yok diye barış yürüyüşleri yapalım. Yani, yeni bir elbise dikelim derim… Ne dersiniz?..
*
BARIŞ MI İSTİYORSUN? ET YEMEYİ BIRAK!
Başlık size enteresan, hatta saçma gelmiş olabilir. Ama asıl “siz” saçmalamadan önce bir düşünün! Bernard Shaw der ki, insanlar hayvanlara eziyet ettikçe, onları hunharca öldürdükçe, cesetlerini yedikçe, savaşlara devam ederiz. İsadora Duncan ise şöyle yaklaşır konuya: Yavrucak bir buzağının boğazını kesmekle kardeşlerimizin boğazını kesmek arasında yanlızca bir adım var. Bizzat bedenlerimiz katledilmiş hayvanların mezarı konumundayken, yeryüzünde ideal yaşam koşullarını nasıl bekleriz? Amerikalı yazar Mc Carty ? kitabının bir kısmında, bir evde gelişebilecek olaylar aracılığıyla et yemenin savaşa yol açacağı iddiasını resmeder. Vejetaryen ve savaş karşıtı olan bir başka düşünür (ismini şimdi hatırlayamadım) şöyle söyler: Eğer bazı insanların savunduğu gibi et yeme ve savaş bağlantılı ise sofra da genişletilmiş cephenin bir parçasıdır.
Güncele gelip sorsam: Son tahlilde, yıllık yüzlerce kadın katliamının -erkekle kadının arasında resmen ilan edilmemiş savaşın- tür olarak “etçil” bir canlı olmamızdan kaynaklandığını söylesem, saçmalama hakkımı mı kullanmış olurun size göre? Hiç sanmıyorum… Ama size (bu teze inanmayanlara) yine de bir düşünün derim. Elbette savaşın pek çok nedeni var. Ancak ben et yemenin, savaşın ilk ve “ilkel” nedeni olduğunu düşünüyorum.
*
OTÇULLAR MERHABA!
Bir süredir kafayı taktığım konuydu, üyesi olduğumuz canlı türünün etçil mi otçul mu olduğu… Araştırmalarım nihayete erdi(!); sonuç, otçul bir canlı türüyüz. Şöyle ki; gerek beslemeye dönük özelliklerimiz gerekse anatomik özelliklerimiz otçul canlı türlerinde olduğu gibi… Gerek salgılanan asit türü, dil yapımız, gerekse çene ve diş yapımız ot ile beslenen canlılarla aynı. Etçil canlı türlerinin, yani etçil hayvanların bağırsakları kısa ve vücutlarının üç katı; bize gelince, vücudumuzun uzunluğunun -diğer otçullarda olduğu gibi- on iki katı bir bağırsak söz konusu… Hal böyle olunca, et yediğimizde vücudumuzda nasıl bir süreç başlıyor, varın siz düşünün. Bu bağlamda, kalp hastalığı ve kanser türlerinin ağırlıklı olarak et ile beslenenlerde, otçullara göre yüzde elli daha fazla görülmesi anlaşılır hale geliyor. Ey otçullar! et ile hastalık arasında, ot ile sağlık arasındaki ilişkiyi bir de ben dikkatinize getireyim dedim. Hoş buldunuz mu?