O hem gözaltı sürecinde, hem duruşma salonlarında dik durdu, net konuştu, en zor zamanlarda bile nüktedanlığı elden bırakmadı.
Fatih POLAT
Bu ülkede gazeteciliğin türlü zorlukları var. Sadece devletin baskısından, o ‘faili meçhul’ler geleneğinden, siyasallaşmış yargı sopasından, polis şiddetinden kaynaklanmıyor bu zorluklar. Bunların en ağırlarından biri mesleğin doğrudan içinden gelen zorluklar. Halkın haber alma hakkını her şeyin önünde tutan gazeteciler, sadece devlete değil bir de bu ülkedeki medya baronlarına kendilerini kabul ettirmek zorundaymışlar gibi muamelelere maruz kaldı, kalıyor.
Aydın Engin, T24’te 12 Nisan 2019 tarihinde yayımlanan “Beni Metin Göktepe köşe yazarı yaptı” başlıklı yazısında, Evrensel muhabiri arkadaşımız Metin Göktepe’nin polisler tarafından gözaltına alınıp götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu’nda dövülerek öldürülmesinden sonra merkez medyada bir suskunluk olduğunu hatırlatarak, “Başta Evrensel’deki arkadaşları olmak üzere mesleğimizin genç gazetecileri bu cinayetin savcılığın tozlu dosyalarında unutulmaya terk edilmesini önlemeye, devlet memuru katillerin yakasını bırakmamaya ant içmiş gibiydiler. Merkez medyada yuvalanmış, çoğu bir köşe kapmış, kimileri karar verici konumlarda yer tutmuş ağır toplar ise Metin Göktepe cinayetiyle ilgilenmeyi adeta reddediyorlardı. Duruşma haberleri birinci sayfada hemen hiç yer bulamıyor, iç sayfalarda da pek nadir gösteriliyordu” demişti.
Merkez medyadaki sessizliğe karşı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli’nin düzenlediği (Nail Ağabey’i de bu vesileyle bir kez daha saygıyla anıyorum) toplantıya isim vermeden “medyamızın amiral gemisi” Hürriyet’ten “birkaç ağır topun da katıldığını” belirterek, bu isimlerden birinin toplantı sonrası Cumhuriyet’e uğradığını ve buradaki sohbet esnasında “Yav o çocuk tam gazeteci miydi sizce? Onun sarı basın kartı yoktu ki…” dediğini aktardı.
Şöyle devam etti yazısına:
“Kan tepeme sıçradı. Bilgisayarın başına çöktüm, o öfkeyle bir yazı döktürdüm, başlığı pek yalındı:
– Gazeteleri sarı basın kartı değil gazeteciler çıkarır…
Yazıyı -galiba- en arka sayfaya ama iyi görülebilir bir yere koyduk. Öfkemi paylaşan yazı işleri ve haber merkezi ‘ameleleri’ yazıyı daha basılmadan okudular; birer birer gelip sarıldılar, gazetenin mutfağındaki kızlar gelip şapır şupur öptüler. (Merhaba Deniz Teztel, merhaba Şenay Kalkan, merhaba Sevim Ertemur, merhaba Berat Günçıkan).
Ertesi gün İlhan Selçuk yukarıya çağırdı. Gittim. Kıs kıs güldü, kısa bir cümleyle tebliğ etti.
– Bana bak komünist, seni köşe yazarı yaptım… “Yıllarca, o kendisine özgü ironik üslubuyla sağı solu tırmıkladığı ‘Tırmık’ adlı köşesi Cumhuriyet’te böyle başlıyor ve haftada altı gün yayımlanıyor. 1969’da tiyatroculuğu bırakarak gazeteciliğe başlayan ve haftalık Yeni Ortam dergisinde yazı işleri müdürlüğü yapan Aydın Engin, 12 Mart 1971 darbesi sırasında tutuklanmıştı. Tahliye olduktan sonra da, artık onu günlük bir gazeteye dönüşen Yeni Ortam’da yazı işleri müdürü ve köşe yazarı olarak görüyoruz. Aydın Engin, 12 Eylül darbesinden sonra da Almanya’daki sürgün yıllarının 6 yılını Frankfurt’ta taksi şoförlüğü yaparak geçirmişti. Benim Aydın Ağabey ile tanışıklığım ilk ne zaman başladı hatırlamıyorum. Ama herhalde basın özgürlüğüne dair çeşitli kampanyalar için kendisini sayısız kez aramışımdır. Artık ilişkimiz ‘Oğlum Fatih, sen metin için tamam diyorsan imzamı koy, bana sormana gerek yok’a dönmüştü. İlerleyen yaşı ve çeşitli sağlık sorunları Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik baskın ve gözaltılar sırasında onun için kaygılanmamıza neden olmuştu. Ama o hem gözaltı sürecinde, hem duruşma salonlarında dik durdu, net konuştu, en zor zamanlarda bile nüktedanlığı elden bırakmadı.
Aydın Ağabey, ‘piyasa’ standartlarının çok dışında, genç gazetecilerin mesleki heyecanlarının hep yanı başında yaşadı gazeteciliği. Nail Güreli ‘Nasılsın Ağabey?’ diye sorduğunuzda, ‘İyi olmaya mecburuz’ derdi. Aydın Engin de en zor zamanlarda bile neşeli olmayı becerirdi.
Onun aramızdan ayrılmasıyla sadece zeki ve kıvrak bir kalemi yitirmedik, aynı zamanda, çok derinden çürümüş olan basın dünyamızda, mesleğimizin insani özlerinden birini de yitirdik. Çok üzgünüz.