Karşılıklı sevgi alışverişlerinde(ki hemen karşı cinse olan sevgi, saygı olarak nitelendirecek çoğunuz. Lütfen genel düşününüz), vefayı, fedakarlığı göz önünde bulundururuz hep. Evet, bu doğru…
Sevgi, duygusal temel kurallar üzerine kuruludur. “Ben”cillik boyutunun en ulaşılmazını yaşayanlar, kendilerini herkesten daha çok sever, sayar(öyle de olmalı), ama kendi doğruları doğrultusunda yaşarlar. Sevgi besledikleri her ne ise, o “şey”in de kendince doğrularının olduğunu kabullenmezler ve karşılıklı analizini yapmaktan kaçınırlar, o “doğru”nun.
Ben “bu”yum ve tercih hakkımı, kendi özgürlüğümden yana kullanarak yaşarım sevgimi! Beni böyle, bu halimle seven sever, sevmeyeni barındırmam yüreğimde!” zihniyeti ile hayata tutunurlar. Ama sadece tutunurlar; tutundukları yerde kıpırdayamaz halde kalıverirler. Çünkü omuzladıklarını bile fark edemedikleri bir çuval vardır sırtlarında ve o çuvalın içi “ah”, “vah”, keşke” ve “telafisi yok mudur”larla doludur. Ve bu durumun en acı yanı da, yürek taşıdıklarını sanırlar o çuvalın içinde…
Peki, ne koyalım bu “sevme-sevilme” çeşidinin adına?
Neye, hangi duyguya sığınarak sevelim bu, Sayın: Ben Benoğlu’yu?
Nasıl katlanalım, “ennn…ennn… ennnn… ‘ben’im!” edalarına?
Bence katlanmayalım; katlayıp cebimize koyalım…
Ve sık sık çıkarıp hatırlayalım ki, yola sağlıklı sevgilerle devam edebilelim…
Hastalıksız, kangren olma riski olmayan sevgilerle…
Sevgiyle…