BİR SAĞLIK FAALİYETİ OLARAK DEMOKRASİ
Günümüzde modern, “demokratik” devletler bile, adı konmamış bir suçu sistematik bir biçimde, her gün işlemeyi “sıradan” bir faaliyet haline getirmiş bulunmaktadırlar. Ne yazık ki onlar, “öteki” insanların (ulusların, inançların) kanını döküp, canını almayı bir utanç olarak görmüyorlar. Hatta, büyük bir onur sayıyorlar. Geldiğimiz şu zaman diliminde bile ırk, sınıf ya da ulusa dayanmayan bir ideoloji, hemen hemen yok gibidir. Şiddetin ırk, sınıf ya da ulusa dayandırılarak meşru sayılması ve bunun demokrasinin bir gereği gibi sunulması, utanmak için yeterli bir sebep olmalıdır. Şu haliyle demokrasi, insaniyeti parçalamanın, birbirlerine yabancılaştırıp düşmanlaştırmanın bir vesilesi olarak işlev görmektedir. Demokratik yaşayabilmenin, bundan başka yolu yokmuş gibi takdim edilmektedir..
Demokrasinin çerçevesi, bu perspektiften bakılarak çizilmektedir. Oysa, demokrasi bugünden çerçevesi çizilemeyecek, öngörülemeyecek, ucu açık bir süreç olarak kavranmalıdır. Esnek olmak, şeffaf olmak zorundadır. Esnek olmak, şeffaf olmak, bir tarif değildir. Tam tersine tarifi zorlayan, onu ters köşeye yatıran bir özelliktir. Bu nedenle bugün, gelecek kuşaklara ipotek koyacak bir biçimde demokrasi şudur demek, en hafif deyimle bilgisizliktir. Demokrasinin nihai bir varış noktası yoktur. Çünkü beynimiz, yaşamımız boyunca değişmeye devam edecektir. İnsanlar böylesi çok özel bir anatomiye sahiptirler. Böylece, kimliğimiz de yer değiştirecektir. Olduğu yerde sabitlenmiş kimlikler ve duygular öncelikle beynin doğasına, zaman geçtikçe de, yaşamın doğasına karşı gelmiş olacaklardır. Şayet, muradımız yaşamı daha iyi bir yere götürmekse, inançlarımızın ve duygularımızın gerçek nedenlerini bilmeliyiz. Beynin gelişimi, bu işe yarar. Beynin anatomik ya da duygusal gelişimiyle, demokrasinin gelişiminin birbirinden ayırılamadığı kanısındayım. İnsan beyni diğer canlıların tersine, tamamlanmamış (demokrasi de öyle) doğar. İnsanın akıl sahibi olması beynin esnekliğindendir. Beynin doğası böyle bir şeydir. İnsanlar toplumsal yaşamlarını da, kültürel yaşamlarını da, beyinlerinin bu esnekliğine uygun hale getirmelidirler. Giderek siyasetini ya da demokrasisini bu esneklikte mümkün kılmalıdır. Gelin, demokrasiyi tüm insanlar için bir sağlık faaliyeti olarak düşünelim. Bir bedenin sağlıklı olmasının, tüm uzuvların böylesi bir sağlık faaliyetine katılmasına bağlı olduğu yönünden ele alalım. İşte o an itibari ile, “tam demokrasi” tüm insan kesimlerinin bu anlamda bir sağlık faaliyetine katılmasıyla, yaşam ve gelecek bulabilecektir. Bu durum, belki insanları bu günkü kimliklerinden uzaklaştırıp, kimliksizleştirecektir. Evet, böyle bir şey mümkündür. Hatta mümkün olmanın ötesinde, yukarıda sıraladığım patolojilerinin önüne geçilmesi için gereklidir de…
Judıth Buttlar, bu anlamda tüm insanları kimliksizleştirilmiş bir ittifaka ve dayanışmaya davet etmektedir. Buttlar’ın yaklaşımına göre, geçmişimiz ve bulunduğumuz yerlerin faklarına rağmen dini, siyasi, etnik, ya da cinsel herhangi bir ayrım gözetmeksizin bir başkasının yasını tutabilecek, kaderini paylaşabilecek, aynı yaralanabilirlik hissi içinde olan bir siyaset [demokrasi] anlayışı ve etik sorumluluk geliştirebilecek bir duruş, yeryüzünü kurtarabilir ancak. Tam da bu minval üzere, demokrasiyi tüm dünyalı-toplumsal yaşamın CEO’su olarak düşünelim (büyük bir kurumun CEO’su gibi). Ayrıntılarda boğulmayan, tüm insanlığın önce bugün, sonra uzun dönemli vizyonuna uygun hareket eden bir bilinç olarak kavrayalım. Böyle düşünüldüğünde, seçme, seçilme, temsil ne kadar da tali kalıyor değil mi?
Ama iş bununla kalmıyor; demokrasinin olmazsa olmaz unsuru olan kadınlara, en azından kısa da olsa bir paragraf açmadan bahsi kapatırsak eksik yapmış oluruz. Kadın! Hatasıyla, sevabıyla onlarsız olmaz! Ne var ki hemen hemen tüm dünya ülkeleri, sahibi (!) oldukları toplumun, “erkek evlatlar”ı tarafından yönetiliyor! Kadınların da oylarıyla, “erkek evlatlar”ın mutlak egemenliği için, oy/ onay verdiği bir rejim söz konusu. Kadınlar kendilerini başlı başına özgün varlıklar olarak görmek yerine, adeta karşı cins için yaratılmış olarak görmeye alıştırıldıklarından dolayı, pasif bir varlıkmışçasına, kendi aleyhlerine olacak şekilde “karar” veriyorlar. Böylece, kendilerini “kulvar” dışında buluyorlar. Keza böyle olunca demokrasimizin görüntüsü, adeta uluslararası bir atletizm yarışmasında bizim atletlerimizin, diğer atletlerin yanında bir bacağı eksik, bir kolu kopuk sporcu gibi kalıyor. Başarı şansı da, o oranda azalıyor tabii…
Kadını olmayan bir demokrasinin başarı şansı da, ancak o oranda olabiliyor. Demokrasinin hamurunu kadın ve erkek birlikte yoğurmalı oysa. Demokrasiye, “kadınca” kadın eli değmeli. Nihayetinde şu haliyle demokrasi sanki anasız…
Anasız olunca öksüz oluyor haliyle! Ve tabii demokrasi, cinsiyet / kimlik gözetmeksizin bir sağlık faaliyetine dönüşemiyor. İnsan beyni ne erkektir, ne dişi; hem erkektir hem dişi… Bu birliktelik, tıpkı beynin kendi iç faaliyetinde olduğu gibi, hayatın her alanında ortaklaşa tutmalı işi… O vakit, demokrasinin bir sağlık faaliyeti olarak hayata yansıması çok mümkün.