Kayanın ve ağacın yaşama sanatı: Falezia
Özer Akdemir Evrensel/ Pazar’da “Anadolu Bonsaisi “Falezia”nın yaratıcısı İsmail Seyrek’in üretkenliğini yazdı. “Küçük bir kavun kadar girintili çıkıntılı, yamru yumru bir taş tutuyordu elinde İsmail Seyrek. Kayadan, taştan çok bir ağaç parçasını andırıyordu ki aslında onun milyon yılda ağaçların, sulardaki ve topraktaki minerallerin fosilleşmesi ile oluşmuş bir taş olduğunu söyledi.
“Falez sözcüğü Fransızca “falaise-dik kayalık, uçurum”dan geliyor. Bizde genelde Antalya’nın Akdeniz’e bakan kıyılarındaki uçurumlar olarak bilinir ve sadece orada koruma altındadır. Kentin betonunu saymazsak Antalya’daki arazi yapısının tümü falez taşlarıdır. Çok zengin besleyici içeriği vardır, bitkiler, canlılar açısından. Görsel bakımdan da ayrı bir güzelliği var. Bu taşın en küçük parçası bile bir Antalya hatırası olarak değerlendirilebilir. Her yıl milyonlarca turistin geldiği Antalya’da bu güzelim taşların iş makineleri ile un ufak edilmesine insanın içi yanıyor!”
İsmail Seyrek’le, Antalya’nın eskiden Duraliler köyü, şimdilerde ise Avni Tolunay denilen dış mahallelerinden birindeki evinin az ilerisinde bulunan küçük araziye gittik sabahleyin. Günlük güneşlik bir hava vardı Aralık ayının ortalarında olmamıza rağmen. Karşımızdaki Bey Dağlarının tepeleri beyaz bir dumanla kaplıydı. Ovanın tam ortasından ikişer şeritli gidiş – gelişi bulunan geniş bir bölünmüş yol geçiyordu. Bu yolun önemli bir kısmının Göksu Irmağı’nın üzerinden geçirildiğini daha sonra öğrenecektik.
Yolla bizim bulunduğumuz küçük tümseğin arasında bir kısmı kazınmış, bir kısmı üzerindeki yemyeşil otlar, bitkilerle kalakalmış bir iki dönümlük küçük bir arazi vardı. Arazinin etrafında ise çamlar, ardıçlar, incir ağaçları ve kayaların dibine tutunan makilikler göze çarpıyordu. Eskilerde bir dere yatağı olan bu küçük vadinin iş makineleri ile birkaç ay içerisinde tahrip edildiğini anlattı Seyrek.
“Milyon yılda oluşan ve hiç dokunulmasa dünyanın en güzel doğal peyzajlarından birisi olan bu alan ne yazık ki bu hale getirildi. Doğanın tahrip edilmesi onun bir parçası olan insanın da kendi kendinin tahribatından başka bir şey değil. Burası o kadar güzel bir falez ve makilikti ki insan bakmaya doyamazdı. Şu arı kovanlarının önünden, yola kadar her taraf falez taşı ve makiliklerle doluydu” dedi, yan yana dizilmiş 3-4 arı kovanını göstererek.
Parçalanmış kayaların, ezilmiş ağaç ve küçük yavru fidanların yanına inip iri bir kaya parçasını kucakladığı gibi biraz yüksekçe kalan yolun kenarına bıraktı. Getirdiği kayanın üzerinde gencecik bir fidan vardı.
“MAKİLER DOĞANIN DEMOKRASİ ALANLARIDIR”
“Bu bir meşe fidanı. Şu ileridekiler sakız ağacı, yaban mersinleri ve akça kesmeler. Kayaların üzerinde yeni açmaya başlamış sümbüller. Hemen etrafımızda artık boy vermeye başlayan zambaklar ve onların yanında yöresinde bitmiş kekikler. Bunların hepsi makiliklerin içinde yetişiyor. Kimse beğenmez makilikleri ama bana göre ormanlardan daha önemlidir. Ben bunu şöyle tarif ediyorum; doğanın demokrasi alanlarıdır makilikler. Her taşın içerisinde onlarca bitki yeşerir. Yüzlerce, binlerce canlı birbirinden farklı ama birbirine destek vererek, birbirini koruyarak, ekolojik bir sistem içerisinde dayanışma ile yaşarlar. Bu ortak yaşamın adıdır işte makilik. Antalya’nın zengin biyoçeşitliliği işte bu yapı nedeniyledir. Aylarca yağmur yağmasa da havadaki nemle, azotla kendi yaşam ortamlarını yaratır buradaki bitkiler. Yazın 50 derecelik Antalya sıcağında bu bitkilerin yaşaması, coşması bundandır”.
FALEZİA BAHÇESİ
İsmail Seyrek’in evi binbir tür bitki ve ağaçlar arasında kaybolmuş tek katlı çatısız bir ev. Çatının üzerinde güvercinler, “Falezia Bahçesi” adını verdiği bahçenin içerisinde dolaşan kedi, köpekler, tavuklarla ortak bir yaşam alanını paylaşıyorlar.
“Biz eşim Aynur’la İstanbul’dan 7-8 yıl önce geldik. Gelirken birkaç bitkimiz bir tane de kedimiz vardı. Mahallede insanların terk ettiği kedi ve köpekleri beslemek zorunda kaldık ve onlar da buraya sığındılar. Şimdi herkes bizim biliyor bu hayvanları. Oysa bu hayvanlar onların terk ettiği canlar. Biz sadece onlara evimizi, bahçemizi açıyoruz” diye anlatıyor bu hayvanlarla ortak yaşam kurmalarının öyküsünü.
Evin bitişiğindeki bir odayı atölye haline getirmiş. Mahallesinde, hemen yer yerde bulunan falez taşlarını, bazen kucağında, bazen bisikletiyle toplayıp bu atölyede kaya saksı, falez saksı haline getiriyor. Onları değişik uçlu matkaplarla, keskilerle oyup içine bir ağaç, bitki dikilecek bir saksı haline büründürüyor. Falez taşından yapılmış bu saksılar ise Japon bonsai ya da Çin penjing sanatlarından izler taşıyor. Onların teknik ve ilkeleri kullanılarak küçültülen ağaççıklar, bu kaya saksılara yerleştiriliyor. Seyrek, “falez” sözcüğünün sonuna kendisinin ve eşi Aynur’un baş harflerini ekleyerek “falezia” sözcüğünü oluşturmuş ve yaptığı kaya ağaççıkların patentini bu adla almış.
“Bizim tekniğimiz daha çok penjinge benziyor. Ancak biz seçtiğimiz yerel materyaller, ağaç, kaya, yosunlarla birlikte özgün bir tür yarattık. O yüzden adını tam koyamıyoruz, ancak şimdilik “falezia” dedik. Bir tür Anadolu bonsaisi”.
“BİR ANANIN KUCAĞINA YAVRUSUNU VERMEK GİBİ”
Falez taşlarının içine hazırladığı özel karışım bir toprakla birlikte yerleştirilen ağaççıkların, üstünü de yosunlarla kapatıyor Seyrek. “Bu yosunları bitkinin giysisi gibi düşünün. Ağacı küçültmek yaklaşık 7-8 yılımızı alıyor. Ağacı taşa yerleştirdikten sonra ilk bir sene içerisinde bitkinin nemini dengeli tutup kurutmaz ya da aşırı sudan öldürmezseniz ağacın kökleri kayaya temas ediyor. Bu saatten sonra bu ağacın ömrü emin olun sizlerin ve torunlarınızın bile göremeyeceği kadar uzun oluyor. Ağaç, içine yerleştirdiği kayayı bir besin olarak da değerlendiriyor. Tıpkı doğadaki gibi. Bir ananın kucağından alınan yavrusunu onun kucağına vermek de diyebiliriz buna”, diye tarif ediyor yaptığı işi.
Ağaçların ömrünün onların meyve vermesi ile değerlendirilmesine de karşı çıkıyor Seyrek, “Her şey insan midesine göre değerlendirilmemeli. Tüm canlıların nefes almaya ihtiyacı vardır. Nefes almadan on dakika yaşayamazsınız ama aç kalarak aylarca yaşanabiliyor. Bu ağaçlar, bu bitkiler oluşturdukları oksijenle çok önemli bir işlevi yerine getiriyorlar”.
Seyreklerin ‘falezia bahçesi’nde kayalara yerleştirilmiş onlarca tür ağaççık var. Delice zeytinler, şimşirler, incir, meşe, ardıç, nar, sardunya… Tüm bu ağaçları gidip bir yerden sökmediklerini, yol yapımı, bina inşaatı gibi doğanın tahrip edildiği yerlerden kurtardıklarının özellikle altını çiziyor.
Uzun yıllar boyunca ve aslında aşkla yapılan bir uğraşın sonucunda üretilen bu ağaçların maddi değeri konusunda farklı bir bakış açısı getiriyor Seyrek. “Bakamayacaklarını düşündüklerimize ne verirlerse versinler ağaçları satmıyoruz! Değişmeyen tek kural ağaçları yaşatmak çünkü. Buna benzer bir ağacın internette satış rakamı ortalama 2 bin lira civarında. Bizde de aşağı yukarı o kadar.”
Yıllardır her pazar sizlerle olduğumuz bu “doğa ve direniş” köşesinde ya da Çepeçevre Yaşam programında anlatmaya çalıştığımız ana fikri Seyreklerin “falezia bahçesi”nde görmek ve onlardan dinlemek çok iyi geldi bize. Bu haftaki yazıyı yine onun derslerle dolu sözleriyle bitirelim; “Dünyayı kirleten, insanları açlıktan ölme noktasına getiren sebepler emekle ortaya çıkarılmış araçlar, silahlar, ilaçlar, yapılardan kaynaklanıyor. Ancak insanın bu doğanın bir parçası olarak dünyayı yeniden yaşanabilir hale getirebilmesinin de tek yolu yine emek. Biz bir anlamda bunu anlatmaya çalışıyoruz. Para harcayarak dünyayı güzelleştiremezsiniz. Emekle ve bu emeğin ortaya çıkardığı güzellikleri paylaşarak insan mutlu olabilir. Bu doğanın bir parçası olarak, böceklerle, yosunlarla, çiçeklerle, ağaçlarla kurulacak ortak bir yaşamı yaratabiliriz…”