Dervişe sormuşlar: “En zor olan nedir?” “Sözdür” demiş.
Anlatması da zor anlamasıda. Konuşmacının biri, konferans vermek için yola çıkar. Tam saatinde salona girer, ancak manzara pek de iç açıcı degildir. Salonda yalnızca bir kişi oturmakta… Bir an için gurur yapıp salonu terk etmeyi düşünsede, daha sonra bunun kendisini dinlemeye gelen kişiye saygısızlık olacağını düşünür. Gidip kürsüdeki yerini alır, fakat başlamadan önce salondaki tek dinleyiciye sorar: “Beyfendi gördüğünüz gibi salonda sizden başka dinleyici yok ama siz bana değer verip, buraya kadar gelmişsiniz. Anlatmamı isterseniz ben konferansı sizin içinde sunarım. Ne dersiniz?“
Adam cevap vermiş: “Vallahi hocam ben bilmem! Ben seyisim. Ahıra bir at da gelse, yüz at da yem veririm”
Konuşmacı mesajı almış. Hatta aşka gelip anlattıkça anlatmış. İki saat sürmesi gereken konuşmayı üç saat anlatmış. Dört saat anlatmış, beş saat anlatmış, sonunda konuşması bitince adama sormuş: “Beyefendi konuşmamı nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?” Adam cevap vermiş: “ Vallahi hocam ben bilmem! ben seyisim. Ahıra bir at da yüz at da gelse yem veririm! Ancak ahıra bir at gelirse diğer doksan dokuz atın yemini de o ata vermem.”
Genelde anladığını duymaya meyillidir herkes. Konuşmak bir kat daha önem kazanır bu yüzden.İnsan söyleyecek bir şey varsa konuşmalı, Bir şey söylemek zorunda olduğu için değil.
Değerli dostlarım, hedefinden sapan, yersiz, yetersiz konuşmalar bir oyalama ve vakit geçirme aracından başka birşey olmaz.