Cumartesi, Temmuz 27, 2024
Ana SayfaKÖŞE YAZARLARIİSTANBUL SENİ TANIYACAK… SÖZ VERİYORUM (2)

İSTANBUL SENİ TANIYACAK… SÖZ VERİYORUM (2)

“Yarın, okulunda toplantıdayım, orman gözlü çocuk… İstanbul tanıyacak seni… Bugün de tanıyacak, yarın da tanıyacak… Sözzz sana…”

Okul yolundayım…
İniyorum araçtan, karşımdaki park yerinde son model otomobillerin sıralandığı bir AVM…
Tarif edildiği yoldan ilerleyerek, AVM’nin hemen arka sokağındaki okula ulaşıyorum. Okulun dış kapısında, içinde birkaç jandarmanın bulunduğu askeri bir araç, park etmiş durumda. Okulun bahçesinden içeriye endişeyle giriyorum, bahçe bomboş. Binaya girdiğimde karşıma, temizlik görevlisi olduğunu tahmin ettiğim bir adam çıkıyor karşıma. Sarı düğmeli kruvaze ceketini iliklemeye çalışıyor beni görünce. Hayli zayıf, simsiyah bıyıklı bu adam bana gülümseyerek:
“Vakıftan ziyarete gelecek olan Dilek Hanım siz misiniz? diye soruyor, başımı eğerek onaylıyorum ben de gülerek…
“Buyrun lütfen.”  derken, eliyle sağ tarafımdaki odayı işaret ediyor. Kapıyı diğer elindeki anahtarla açıyor. Odaya birlikte giriyoruz, adam hızla ilerleyerek makam masasına giderken, sivri burunlu makosen ayakkabılarının topuklarını ezerek giydiğini fark ediyorum. Makam koltuğuna oturduğunda, adamın okulun müdürü olduğunu anlıyorum.   Ben şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak, onun gösterdiği konuk koltuğuna tam oturacakken, adam ani bir hareketle ayağa kalkıyor ve:
“Dilek Hanım, öğretmen arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla, saat tam on birde kahvenizi içiyormuşsunuz. Hemen kahveleri söyleyeyim… Çok az şekerli.” diyor gülümseyerek.                                                                          “Siz gelmeden önce, tüm öğretmen ve yardımcı idarecilerimle görüştüm. Milli Eğitim Bakanlığı ile ilgili yazışmalara başlıyoruz bugün. Serbest etkinlik saatlerinde tüm öğrencilerimiz sizlerindir. Birazdan, 5/C sınıfının öğretmeni de burada olacak. Bizden istedikleriniz nelerdir, bunları öğrenmek istiyorum.” diyor, gayet neşeli bir tavırla. Etkinlik saatleri süresince sınıf öğretmenlerinin sınıflarda olmamasının, öğrencilerin bizlerin himayesi altına verilmesi gerektiğinin dışında hiçbir talebimizin olmadığını açıklarken, daha önce bahsettiğim “idealist” öğretmen giriyor odaya. Sarmaş dolaş oluyoruz kırk yıllık ahbapmışız gibi…
“Bakın Dilek Hanım… Her şey hoş, güzel de, burada eğitim alan çocuklarımız diğer çocuklara benzemez. Eğitim saatlerinde, kapımızda daima bir jandarma ekibi hazır bulunur, olası durumlara karşı. Buradaki çocukların çoğunun yaşları, sınıflarına göre büyüktür. Arada bir kavga çıkar, çocuklar yetmezmiş gibi aileler de girer ardından birbirlerine. Zaten ilköğretimin kanunen zorunlu olmasından dolayı, okula gelmek zorunda kaldıklarını bildikleri için, çoğunun dersleri kötüdür. İte kaka bitirirler okulu ve savrulurlar çöp kenarlarına kağıt toplamaya, köprü ayaklarına mendil satmaya. Büyüdükçe çalıştıkları alanlar farklılaşır; kimileri kaportacıda çalışır üç beş kuruşa, kimileri de darbukaları, kemanları, akordeonları ile merkezlere iner, meydan lokantalarında masalara şarkılar söyleyerek para kazanmaya çalışırlar. Zordur söz geçirmek birçoğuna. Bunları baştan konuşmakta fayda var. Tüm bu olumsuzlukları da düşünerek hareket etmenizi öneririm. Ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığı’nın onay vermeme olasılığı da var tabii.” diye uzunca bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyor müdür, kaygılı bir şekilde.
Ben hemen atılıyorum sözün arasına:
“Önemli olan zoru başarmak ve başarının tadını aldırabilmek, devamını getirmelerini sağlamak değil midir önemli olan? Eğitime adapte edilerek büyütülmüş çocukları başarıya ulaştırmaktan ziyade, böyle çocukları kurtarmak değil midir? Bu topraklarda büyüyen ve bu topraklarda yaşayacak olan bu zor çocukları kazandırmak daha güzel olmaz mı? Birimimize gelen öğretmenlerimizin hepsinde bu çaba vardı. Ama isterim ki, müfredatla takip edilen eğitimin dışında da önemsendiklerini hissetsinler. Özellikle onlarla vakit geçirmemiz, bildiklerimizi paylaşmak için onlara zaman ayırmamız karşısında çok mutlu olacaklarını biliyorum. Onların dünyaları, bu mahalle ve bu okul sadece.  Dışarısı, yani bizler ise bakışlarımızla, vücut dilimizle onların “ötekiler” olduklarını hissettirdiğimiz “soylu” kavramıyız sadece, onların nazarında. Ardımızdan iç geçirerek baktıkları, hatta kim bilir günde kaç kez küfrettikleri sözümona “soylular”ız biz.
İstanbul onları tanımıyor, tanımamazlıktan geliyor. En büyük yürek acıları da bu. Ben bu yüzden buradayım.”
“Hoş geldiniz o zaman” diyor müdür iç çekerek…
Ekipçe uygulayacağımız projeyi kapsamlı bir şekilde anlatmaya çalışırken, uzun boylu otuz yaşlarında birileri giriyor odaya. Müdür tanıştırıyor benimle genç adamı… Ben elimi uzatıyorum tokalaşmak için, o parmaklarının ucunu uzatıyor bana. Hem de yüzüme hiç bakmadan. O an, içim buz kesiyor. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınması gereken izin geliveriyor aklıma birden nedense… “İdealist” öğretmenle göz göze geliyoruz ardından. Omuz silkiyor, çenesiyle genç adamı gizlice gösterirken. Tam o sırada teneffüs zili çalıyor, ben müdürden izin istiyorum beş dakikalığına… Odadan dışarı çıkar çıkmaz onlarca çocuk, çığlık çığlığa koşup sarılıyor bana. Duyan bütün çocuklar sarıyor etrafımı… Sadece bir tanesi gelmiyor yanıma; orman gözlü çocuk… Uzaktan bakışıyoruz birbirimize ve o aniden ellerini cebine sokarak, arkasını dönüp gidiyor. Ben yine ardından seslenmek istiyorum, yapamıyorum. Çünkü aklıma o badem bıyıklı genç müdür yardımcısı geliyor. Ve ben içimden söz veriyorum yine:
İstanbul tanıyacak seni… Bugün de tanıyacak, yarın da tanıyacak… Sözzz sana…”
 
(devamı edecek)
 

Dilek Uyar
Dilek Uyar
Kartal'ın Sesi Gazetesi yazarı
İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -

En çok okunanlar

Son Yorumlar

Imam Ali Türkan Açık OCAK 2022 SENDİKA İSTATİSTİKLERİ
İmam Ali Türkan Açık HASAN ALİ YÜCEL
İmam Ali Türkan Açık  6284
Seçkin Alper Tamer Açık Kartal’da Emeklilikte Adalet Çağrısı
Zehra Sayar Açık Yılbaşı
Deniz Özlem Er Açık Yılbaşı
Veysel Yiğit Açık İBB’den Kartal’a 3. Kreş