Cumartesi, Nisan 20, 2024
Ana SayfaYAZI YORUMŞair Hilal Karahan, "Kadın ve Edebiyat"

Şair Hilal Karahan, “Kadın ve Edebiyat”

Şair Hilal Karahan’nın  Kartal Edebiyat Günleri’nde “Edebiyatın Penceresinden Kadın, Sanat ve İktidar” konusunda tarihsel-toplumsal-siyasal süreçler ve bu süreçlerde kadın şairler konusuna ışık tuttuğu “Kadın ve Edebiyat” sunumunu özgünlüğü ve önemi nedeniyle olduğu gibi yayımlıyoruz.

Kadın ve Edebiyat

 
 Sayın başkanlarım, değerli konuklarımız ve sevgili arkadaşlarım, bu akşam “Kadın ve Edebiyat” ekseninde yapacağım konuşmayı, şair olduğum için, algıda seçicilik yaparak “kadın ve şiir”i detaylandırarak yapacağım.
Kaynakça olarak, Sevgili şair arkadaşım Aydan Yalçın’ın yapmış olduğu tarihsel “Edebiyatımızda Kadın Şairler”1 çalışmasını ve birkaç akademisyenin makalesini kullanacağım. Eşi benzeri bulunmayan bu istatiksel ve akademik çalışmanın bir an evvel kitaplaşmasını bekliyorum. Hepimiz için yararlı bir kaynak olacağı kanaatindeyim. Sevgili Aydan’ın da bu gece aramızda olması, gurur verici; onu davet eden Vedat Başkan’a teşekkür ediyorum.
Toplumumuzdaki patriarkal aile yapısı göz önüne alındığında, kadınların erkeklere göre maça 3-0 geride başladığını düşünüyorum… Çünkü gelenek, örf ve adetler, eğitim sistemindeki eşitsizlik kadar, kadının anneliği ve çocuk yetiştirmedeki primer rolü de kültürel aktivitelere ayırdığı zamanı azaltır. Bir çocuğun, kadının boş zamanını en az beş yıl doldurduğu düşünülürse, ortalama 2-3 çocuklu aile yapısı olan toplumumuz için, durumun önemi daha iyi kavranabilir. Bu durum maalesef her alanda olduğu gibi edebiyat ve şiir için de geçerli. Gerçi, Gülten Akın gibi çok çocuklu şairler, bu öngörü için bir istisnadır.
Kanadalı yazar, şair, eleştirmen ve feminist Margaret Atwood, kadın şair olmaya dair şunları söyler: “Şiir konusunda, eğer kadınsanız kuralların farklı olduğunu bilmiyordum. ‘poetess’ (şaire) sözünün bir hakaret olduğunu ve benim de bir gün böyle adlandırılacağımı bilmiyordum. Kendi cinsiyetimi aştığımın söylenmesinin bir iltifat sayıldığını bilmiyordum.”2
Metamodern çağ, postmodernizm, siber toplum, simulasyon, nanoteknoloji, metroseksüel, dijitalleşme, karbon izinin yok edilmesi, nickname, sanal yaşam, 5G iletişim, algının manipülasyonu, bireysellik bilinci, değerlerin içinin boşaltılıp anlamsızlaşması, robotlaşma, inovasyon, LGBT, queer aktivizm, anksiyete, depresyon, facebook, twitter, google, facetime, durum atmak, live paylaşım …vb. önceki yüzyıla nazaran daha sanal, daha kavramsal ve muğlak terimlerin insan zihnini kuşattığı bir dönemdeyiz. Cinselliğin bir meta ve para kazanma aracı olarak kışkırtıldığı, kadın ruhunun seks imgesiyle neredeyse aynı düzleme indirgendiği, erkek egemen, kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. Kadınların böyle bir yaşamın her alanında, edebiyatın her türünde feminen saygınlığını koruyarak başarılı olması bence bir mucizedir. Bu bağlamda öncü sanatçı kadınların, büyük bedeller ödeyerek, biz geriden gelenlere kapıları açtığına ve konuşacak bir alan sağladığına inanıyorum.
Bildiğiniz gibi Türkçenin tarihi çok eskidir, Türkçe şiirinse ondan da eski… Oysa böyle büyük bir şiir geleneğine sahip olmamıza rağmen, maalesef şair kadınlar hep geri planda kalmıştır. Aşağıdaki alıntı, İspirli’nin “Osmanlı Kadını ve Şiir”3 makalesinden:
Divan şairliğinin yolu âşıklık rol ve hüviyetini kabullenmektir doğru. Bu durum bu vadide eserler verenin kadın olmasını hemen hemen imkânsız kılar. İfade edilecek aşk beşerî ise kadın, bu vadide eserler vermede peşinen saf dışı kalacaktır. Çünkü kadın, hemen her çağda ve her edebiyatta şiirin öznesi değil nesnesi konumundadır. Şair olunca seven konumunda karşımıza çıkmasını beklediğimiz kadın, muhafazakâr bir toplumda ancak ve ancak ilahî aşkı terennüm edebilir. Şiir yazan, aşka düşen bir kadına iyi gözle bakılamayacağı muhakkaktır(!) Aşk, erkeklere yakışır, aşkı erkekler bilir, şu halde ‘şiir yazmak da erkeklerin işi’dir.
Adını bildiğimiz ilk kadın şairimiz Zeyneb Hatundan (15.yüzyıl), Rabia Hatun’a kadar bugün 46 kadın divan şairi tespit edebiliyoruz. Kadın şairlerimizin bir kısmı çeşitli çirkinliklere maruz kalmıştır. İsimleri çerçevesinde hayli çirkin rivayetler üretilmiş kadın şairlerimiz olduğu gibi kocalarının kıskançlıklarıyla kirpikleri zorla kestirilen kadın şairler de olmuştur. Kadın divan şairlerimizle ilgili bir eksiklik, şiirlerinde kadın ruhunu aksettirememeleri, aksettirmede güçlük çekmeleridir. Bunda sosyal şartların etkisi vardır, ancak toplumun çizdiği belli bir edebiyat geleneği içerisinde erkekçe şiirler söylemeleri de güç olur.
Kimi zaman da kadın sanatçılarımızın yazdıkları eserlerin onlara ait olmadıkları düşünülür. 19. yüzyıldan sonra yetişmiş kadın sanatçılarımızın bir kısmı ise, takma isimlerle eserlerini verirler, kendi isimlerini kullanma cesareti gösteremezler. Bazen edebiyat araştırmacılarımızın da kadını şair olarak önemsemediğine tanık oluruz: Örneğin Abdülbaki Gölpınarlı, ‘Divan Şiiri (15-16. Yüzyıllar)’ kitabında, (Varlık Yayınları, İstanbul 1954, s.18) Mihrî Hanım’ı eserine alış sebebini: ‘…adı tezkirelerde geçtiği, Necâtî’yi taklit ettiği ve nihayet bir kadın şair olduğu için aldık’ şeklinde dile getiriyor(!) Oysa Mihrî şiirlerinde bir farklılığı gerçekleştiriyor, duygularını, aşklarını divan edebiyatının izin verdiği ölçülerde azamî olarak ifade ediyordu. Diğer kadın şairlerimizin hemen hemen hiç birinde görülmeyen bu rahatlık ve samimiyet Mihrî’ye kadın his ve duyuşlarını şiire getirebilme, kadını nesne konumundan özne konumuna, seven konumuna getirebilme ayrıcalığını veriyordu.4
Bu tespitlere ek olarak, Bekiroğlu, “Osmanlı’da Kadın Şairler”5 makalesinde şunları söyler: “Osmanlı’nın geleneksel döneminde kadın şair yok denecek kadar az. Çünkü kadınların şiir biçiminde bile duygularını ifade etmesi, hatta ‘vuslat, aşk, muhabbet, sevda, yâr’ gibi sözcükleri kullanması ayıp sayılmaktadır. Kadının en önemli meziyetinin ‘kendisinden bahsettirmemek’ olduğunun kabul gördüğü bir toplumsal psikoloji içinde, şiir biçiminde olsun kendisinden söz etmek, duygularını, aşklarını, acılarını, ümitlerini, kısaca manevi cazibesini sergilemek yani kendisinden bahsedilmesine izin vermiş olmak kadın şair için sakınılması gereken bir durumdur. Bir başka deyişle manevî cazibe de en az maddî cazibe kadar setri gerektirir. Bu durumda kadın şair ya manevî cazibesini şiirin ifade vasıtaları ile sergilemiş olmanın getireceği toplumsal baskıyı göze almak zorundadır, ya da susmalıdır. Toplumsal baskıyı göze alamadığı ancak yaradılışın kendisine yüklediği şairlik yeteneğinin büyüleyici zorlamasından da vaz geçemediği yani susamadığı anda kadın şairin yolu basit bir temkin programı geliştirmekten geçer.. Bunun en kestirme ifadesi de kendi kalbini, kendi ruhunu şiir haline geçirmek değil; ifade klişeleri önceden belirlenmiş bir erkek söylemini üstlenmekten, bir başka deyişle ödünç bir kalbi şiir biçiminde deşifre etmekten geçer.”
Görüleceği gibi patriarkal ve muhafazakar bir toplumsal baskı altında şair kadınlar hissettiklerini yazamamış, yazmışsa bile yayımlatamamıştır. Yazabilenler ise sadece kendini güvende hisseden (patronaj bağlılığı!!!) ve güvenli konularda (dinî-tasavvufi mecrada) yazabilmiştir. Kadınların şiir alanında adının duyulması tazminatla birlikte başlamış, Atatürk ilke ve inkılâpları, cumhuriyetin kurulması, Latin alfabeye geçilmesi,  kadın okur-yazarlığının artması ile birlikte ivme kazanmıştır.
Cumhuriyet Dönemi şair kadınlarımız geç yaşta da olsalar, sayıları az da olsa, Divan kadın şairlerine göre en azından yaşadıkları süreçte kitap çıkarabilmişler, dergi ve gazetelerde yer alabilmişlerdir.” Bunların arasında sayabileceğimiz Yaşar Nezihe, Şükûfe Nihâl, Halide Nusret Zorlutuna birbirinden farklı şiir anlayışları ortaya koymuştur.1
1950’de Demokrat parti iktidara gelmiş, çok partili sisteme geçilmiş olsa da, hâlâ tek parti döneminin anayasası geçerlidir. Demokrat Parti döneminde ABD’ye kucak açılmasıyla, düne kadar dostça geçindiğimiz güçlü komşumuz Sovyetler Birliği’ne karşı Soğuk Savaş’ın ön cephesi olduk. Bu dönemin ilk şiir kitabı 1956’da çıkan Rüzgâr Saati ile Gülten Akın’ındır.1
Modern şiirimizin büyük atılımı olarak kabul gören II. Yeni şairleri arasında şiirimize yeni bir duyarlılık getiren Gülten Akın, sonraki kuşakların kendini ifade etmesi noktasında bir ‘yol açıcı’ olmuştur. Gülten Akın her şair için bir idoldür. Toplumsal gerçekçi şiirin ivmesi, ikinci yeninin imgeleri, kadın olmanın ayrıcalığı ve duyarlılığı ile sentezlenince olağanüstü bir şiir çıkar ortaya. Her insanın belleğinde ondan bir-iki dize mutlaka vardır. Şairliğinin yanı sıra beş çocuk büyütmüş Gülten Akın’a “Türk şiirinin annesidir” denilebilir, denilmelidir de…
27 Mayıs 1960 darbesinin etkisiyle şiir kitaplarında iki üç yıl bir duraklama yaşansa da 1963’ten itibaren kadın şairlerimizin hızla kitap çıkarmaya başladıkları görülür. 1960 sonrası ‘sol’un yükselme döneminde kadın şairler geniş bir coğrafyayı içine alan, bireysellikten uzak, çağının sorunlarını irdeleyen ve sorgulayan şair kimliği taşıyarak, bu doğrultuda eserler vermişlerdir. Bu toplumcu şair kadınlar arasında Sennur Sezer (Gecekondu, 1964), Melisa Gürpınar (Umut Pembeleri, 1962) ilk akla gelenlerdir.1
1970’li yılların başında dünyada yaşanan ekonomik kriz Türkiye’yi de vurmuş, bu yıllarda %66 oranında devalüasyona gidilmiştir. Ekonomik krize, terör ve iç çatışmalar da eklenince şiir kitaplarının yayımlanmasında önemli bir duraksama yaşanmıştır. Bu arada verilen 12 Mart 1971 muhtırası edebiyatımızı oldukça etkilemiş, birçok aydın, gazeteci ve yazar cezaevlerine tıkılmıştı. “İçeridekiler ” ve “Dışarıdakiler” olarak yaşanan bu dramatik dönemin sancılarını, insanlık dışı muameleyi ve işkenceyi anlatan, başta roman dalında çok güzel eserler verilmiştir: Örneğin Fürüzan’ın 47’liler, Sevgi Soysal’ın Şafak adlı eserleri sayılabilir… Şiirde ise Gülten Akın, 1971’de yayımladığı Kırmızı Karanfil ile kadınlar arasında Sosyalist Gerçekçi şiirin ilk ayak seslerini duyuracaktır. 1971’den sonra birçok edebiyat dergisinin yayımlandığını görürüz. Ancak güzelliklerin çok uzun sürmediği, her on yılda bir dümdüz edilmiş ülkemizde bir de 12 Eylül 1980 faşizmi yaşanacak ve başta aydınlar olmak üzere, devlete muhalif her kesim içeriye atılacaktır. 1980-81 yılları şiirin sustuğu yangın yıllarıdır adeta. Hiçbir kadın şairimiz bu dönemde kitap yayımlayamamıştır.1
Evet, 1980 darbesiyle derin bir yara alan sosyalist kadın hareketi, 1982’den sonra artık farklı bir alanda mücadelesine başlayacaktır: Kadın sorunlarını ele alan feminizm, muhalif kimlikli yeşiller hareketi, ekosisteme ve çevreye duyarlılık etkili olmaya başlar. 1982 ve sonrası dönem, kadının bireysel kimliğini aradığı, özel alandan kamusal alana hızla geçtiği, erkek egemen duruşa dur dediği ve örgütlenip toplumun dikkatini çekmeye başladığı bir dönemdir. Kitlelere ulaşma başarısını gösteren ürünler hızla yayılır ve bu dönemde roman dalında Duygu Asena’nın Kadının adı Yok adlı yapıtı başı çeker. Darbelerin onar yıllık kırıklar oluşturduğu edebiyat zemininden elbette şiir de yara alacaktır. Yeni duyarlılıkların ortaya çıkmasına neden olan bu döneme, II. Yeni akımın da eklenmesiyle şiirimiz farklı bir dönemece girmiştir artık. 80 sonrasında şiir, gerçekliğe yaslanan bir kurgusallığa dönüşmeye başlamış, imgenin de yoğun kullanımıyla somuttan soyuta yönelmiş, bireysel bir hâl almıştır. Nilgün Marmara, Lale Müldür, Gülseli İnal, Ayten Mutlu, Birhan Keskin bu dönemde öne çıkan şair kadınlardır.1
1971 ve özellikle 80 darbesi sonrasında yaşanan kültürel yozlaşmanın ve toplumsal bellek yitiminin ne yazık ki bu gün hâlâ yaşandığı görülmektedir. Şiirde sanat kaygısının öne çıkmasıyla farklı dünya görüşlerine sahip şair kadınlarımız 1980 yılından sonra adeta bir söz patlaması yaparak, 1990’dan sonra ise daha da katlanarak şiir dünyasına adım atmışlardır.1
2000’li yıllara geldiğimizde, aslında bir dönemden ya da insan grubundan değil, şiirde yeni bir anlayıştan, yepyeni bir zihinsel koddan bahsetmek gerekir. 1980’lerin sonlarında ilk denemeleri başlayıp, 1990’ların ortalarında bize kadar ulaşan internet mucizesinin dilimize, zihnimize yerleştirdiği, şiirimizi değiştirdiği, dönüştürdüğü yeni bir algoritmadır bu. Farklı bir dilsel mekân; Human Sapiens’in bitip Human Sensorium’un başladığı zaman…6
Kadın şairler artık her yerdedir. Üstelik de hayatın her alanında, yaratının her platformunda seslerini yükseltmektedir. Ekonomik gücünü elinde tutan, kadın olmanın bilincine varmış bu kadınlar artık kendine güvenlidir, keskindir, taviz vermez; kadına atfedilen sıfat ve sembolleri zerre umursamaz. Şiir onlarla ilk kez menstrüasyon, orgazm, erken boşalma, ensest, cinsel kimlik, vb. “hassas” konularla tanışmış; kadın pedine yazılan şiiri okumuştur Türkçe. 6
1980 darbesinin etkisiyle yahut küreselleşmenin, globalleşmenin ülkemize, dilimize yansımasıyla şiirin temaları da değişmiştir. Bu şiir anlayışında her şey, hiç koşulsuz, aynı anda var olabilir. Coğrafyanın ve milliyetin sınırları, dilin kısıtlamaları ortadan kalkmıştır. Metinler arasılık, türler arasılık, görsel ve deneysel teknikler, kolaj, imge ve simülasyon sanki insanın maruz kaldığı değişimi, hız ve çarpışmayı şiire taşımıştır. Slogancı toplumcu şiirden hızla uzaklaşan, yine de hayatın ve insanın sorunlarıyla ilgilenen, kapitalizmi nükteli bir şekilde eleştiren, egosu ve bireysellik bilinci yüksek, iyi eğitimli bir kültür şiirine dönüşmüştür şiir. Çeşitlilik artık her yerdedir. Onun inceliğini, göndermelerini anlayabilecek eğitimli bir okur kitlesi gerekmektedir. “Facebook”, “twitter”, “google translate”, “facetime” gibi teknolojik aletlerle dünya bir avuç köye dönüşmüştür. Herkes birbirinin şiirini okuyabilmekte, birbirini takip edebilmekte, şiir festivalleri ve sempozyumlar aracılığıyla tanışabilmektedir. Bu da şiirimizin diğer dünya dillerine çevrilmesini  kolaylaştırıp yaygınlaşmasını sağlamakla birlikte maalesef zihnimizi daha çok çöpe maruz bırakmaktadır. 6
“2000’ler şiiri” salt 2000 yılında başlamış, bu dönemle sınırlı bir dönem şiiri değil, daha çok internetin 1990’ların ortalarından itibaren ülkemizde yayılmasıyla birlikte değişen ‘milenyum anlayışı’nın şiiridir. İyiyle kötünün ayrımı, belki de hiçbir zaman, değerlerin iyice esnetildiği bu dönemdeki kadar zor olmamıştır! Yine de, şair kadınların önünü çektiği, bu yeni dil ve zihin platformunda, şiirin diğer sanat dallarıyla el ele geçirdiği estetik dönüşüm, takdire şayandır; tarihe not düşülmesini gerektirir.  6
Kaynakça:
(1) Aydan Yalçın, “Edebiyatımızda Kadın Şairler”
(2) Margaret Atwood
(3) Yrd. Doç. Dr. Serhan Alkan İspirli, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, 15 ve 19. yüzyıllar arasındaki kadın divan şairlerinin hayat hikâyeleriyle eserlerinden örnekleri topladığı “Kadın Divan Şairleri ve Geleneğin Uzantısı”, ‘Osmanlı Kadını ve Şiir’ makalesi, Salkımsöğüt yayınları, 2007.
(4) Yrd. Doç. Dr. Serhan Alkan İspirli, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, “Osmanlı Kadınının Şiiri”, makale, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007.
(5) Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu, “Osmanlıda Kadın Şairler”, www.nazanbekiroglu.net
(6) Hilal Karahan, Şiirde Milenyum Anlayışı: “2000’ler Şiiri”, Milenyumda Şiir, 2000’ler Şiiri, Akademi-Şiir İlişkisi, Kuşak ve Antoloji Tartışmaları, Hazırlayanlar: Emel Koşar-Hilal Karahan-Okan Yılmaz, Artshop, İstanbul, Eylül 2018.
 

Kartalin Sesi
Kartalin Sesi
Kartal'ın Sesi Gazetesi yazarı
İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -

En çok okunanlar

Son Yorumlar

Zehra Sayar on Yılbaşı
Deniz Özlem Er on Yılbaşı